King Arthur II: The Roleplaying Wargame [SKIDROW] | Torrent indir + HIZLI indir + Tek Link indir
Torrent
ISO
PC
SKIDROW
torrent-oyun.com
Mevcut
14.75 GB
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Bu akşamki oyun analizinde sizler ile birlikte son ayların popüler strateji oyunu King Arthur ile karşınızdayım. Öncelikle oyunun son paketi olan 2 versiyonu tüm oyun marketlerde yerini aldı. Oyun eski çağları anımsatan, eski savaş karakterlerine yer veren “tam anlamıyla” bir strateji oyunudur. Görsel açıdan bir çok oyunu geride bırakan King Arthur, akıllı oyun sistemi sayesinde oyunun hakkını vermektedir.
King Arthur eski age of empire zamanlarına benzeyen, eski çağlarda yaşanan savaşları konu alan benim gözümde mükemmel olan bir strateji oyunudur. Oyun, red alert 3 kadar görsel zenginliğe sahip olmasa da, eski çağ strateji oyunları içerisinde en iyi görüntüye sahip oyun diyebilirim. Oyun şuanda internette ve birçok DVD satan yerde satışa sunulmuştur. Bilinci bir oyun sever olarak lisanslı oyun almanızı öneriyorum. Özellikle bu oyun için verilen para fazlası ile değer diye düşünüyorum. Oyunun internetteki satış fiyatı 35$ olarak belirlenmiş. Dilerseniz buradan satın alıp, “yasal” olarak indirebilirsiniz. Oyuna girişte profesyonelce hazırlanmış bir intro sizi bekliyor olacak.
İlk defa oynayan biri iseniz mutlaka videoyu izlemenizi öneriyorum. Oyunun bu paketindeki hikâye anlatıyor ve bu sayede oyunun amacını daha iyi kavramış olacaksınız. Oyun açıldığında karşınıza bir adet boş harita çıkacak ve ekranın alt bölümünde oyunu yönetmeniz için bir yer göreceksiniz. Oyun hakkında hiç bilginiz yok ise ilk oyuna bağlandığınızda karşınıza açılan mektupları tek tek okumanız gerecek. Zaten oyun basit ve zeka gerektiren bir oyun olduğu için ilk girişten sonra ne yapmanız gerektiğini kavrayacak, oyun hakkında daha fazla bilgiye sahip olabileceksiniz. Oyunda kırmızı ve mavi olarak 2 bayrak bulunuyor. Bu bayrakların yaklaşık 2 sayfalık açıklaması bulunuyor. Bunları da bir sonraki yazımda yine buradan paylaşacağım. Hepinize iyi oyunlar
Minimum Sistem Gereksinimleri; İşletim Sistemi: Windows XP SP2 veya Vista veya Windows7
İşlemci: AMD Athlon 3500+ veya Intel Pentium IV 3.4 Ghz
RAM: XP için 1 GB / Vista ve 7 için 1,5 GB RAM
HDD: 8 Gbyte
Ekran Kartı: Nvidia 6600 (256Mbyte) / ATI Radeon X700 (256Mbyte)
Ses: DirectX 9-Uyumlu Ses Kartı
DirectX®:........... 9.0c veya daha üstü (included in the installer)
Additional:......... Nvidia (AGEIA) PhysX (included in the installer)
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
"Ama bio'lar güzel!" 2009 yılında Arkham Asylum'un demosu hakkında Uğur'la konuşurken demoyla ilgili böyle dalga geçmişti kendisi. Ama oldukça haklıydı: Arkham Asylum'un demosu, zaten ana karakteri bir çizgi roman karakteri olan her oyunun başka bir hayal kırıklığı olmasına alışmış bünyelerimize pek farklı gelmemişti açık söylemek gerekirse. Ancak ben oyun sektörünün hiç durmadan hepimizi hayal kırıklığına uğratmasına rağmen keriz optimistliğimi takındım ve oyunun yine de iyi olabileceğini söyledim Uğur'a (bu arkadaşlık tarihimizde benim haklı çıktığım tek tartışmadır ve her seferinde "Batman: Arkham Asylum'da haklıydım ama" derim). O da "biolar falan güzel işte" diyerek oyunun sıradan olabileceğinden dem vurmuştu aslında. Daha sonra "biolar falan güzel" lafı aramızda "sıradan oyun" anlamına kavuştu (örnek olarak diyalogla göstereyim: "Rage nasıl oyun abi?" "Biolar falan güzel işte").
2008'in Batman: Arkham Asylum'da güzel olan bio'lardan çok daha fazlasıydı oysa. Oyunda Kara Şovalye'nin acımasız dünyası bütün karanlığıyla yansıtılmış, renkli bir sanat anlayışından ısrarla kaçınılıp çizgi romanlarla gerçek dünya arasında, gerçek dünyaya daha yakın çok hoş bir tat yakalanmış, bizim ülkemizde de ATV ve Kanal D'de yayınlanan Batman: The Animated Series animasyon filminde Joker'i seslendiren Mark Hamill'i ve Batman'i seslendiren Kevin Conroy'u rollerine koyulmuş (sadece bir an için seslendirmeyi yapanın Christian Bale olduğunu düşünün, oyun şu anda aldığı notun yarısını falan alırdı heralde sırf o yüzden), 90'ların gotik mimarisi modern mimari ile birleştirilmiş, Serbest Akış (FreeFlow) adı verilen ve sadece iki tuşa basarak kareografi anlamında dövüş filmlerine taş çıkartacak hareketleri yapabildiğimiz bir dövüş sistemi getirilmiş ve küçük büyük, genç yaşlı demeden her Batman hayranını bir şekilde tatmin etmişti Arkham Asylum. Özellikle yoğun atmosferine, klostrofobik ortamlarına ve gizlilik kısımlarına bayılmıştım Arkham Asylum'un. Batman'in avcı yanını ilk defa bu kadar güzel yansıtmışlardı bir oyunda: her türlü yapıdan aşağıya sarkıp düşmanları yakalayıp ve ayaklarından bağlayıp aşağıya sarkıtabiliyor veya üzerlerine tekme atarak uçabiliyorduk.
Bunun yanında eğer yüzde yüz tamamlamak istiyorsanız inanılmaz derecede fazla içerik vardı oyunda, isterseniz Riddler'ın etrafta bıraktığı bilmeceleri yanıtlayabiliyor/ulaşılması zor yerlere yerleştirdiği ödülleri toplamaya çalışabiliyor, isterseniz Joker'in etrafta gezen ve sinir bozucu sesler çıkaran ayaklı takma dişlerinin peşine düşebiliyordunuz. Bütün bunları yaparak Arkham Asylum'la saatlerinizi, belki de günlerinizi geçirebilirdiniz: İçerik olarak beş saatte tamamen biten oyunları eleştirircesine dopdolu bir oyundu Arkham Asylum, oyuncuyu her koşulda tatmin eden bir yapımdı.
Arkham City'de tam anlamıyla "Batman oluyorsunuz."
İkinci oyunun varlığına dair ipuçları aslında Arkham Asylum'un içinde yer almasına rağmen kimse oyunun çıkışından aylar sonrasına kadar bulamadı, ta ki yapımcılar kendileri Quinciy Sharp'ın ofisindeki gizli odayı ortaya çıkarana kadar (ki Dedektif Görüşü'nde "yıkılabilir" olarak gözükmeyen, hem de patlatmak için üç kere patlayıcı jel sıkılmasını gerektiren bir odayı heralde sadece oyundaki her duvara üç kere patlayıcı sıkıp patlatan bir manyak bulabilirdi). Evet, Arkham City aslında Arkham Asylum'un yapımından beri yapımcı Rocksteady Studios'un aklında olan projeydi: Kaçıkları ve suçluları bir arada tutmak için Gotham City'nin kuzeyini kapatıp bu mega-hapishanenin başına Batman'in gerçek kimliğini bilen bir adamı koymak orta büyüklükte bir alanda geçen açık dünya bir Batman oyunu için harika bir sahne hazırlamak demekti ne de olsa. Peki kağıt-kalem üzerinde muhteşem görünen bu fikir ne kadar güzel işlenmiş? Bu sorunun cevabı ilerleyen sayfalarda (bir daha ki sefere sorunun cevabını direk burada vereceğim, yeter artık)...
Minimum Sistem Gereksinimleri; İşletim Sistemi: Microsoft Windows XP, Vista veya 7
CPU: Dual-Core CPU 2.4 Ghz
RAM: 2GB
Ekran Kartı: NVIDIA 8800 veya ATI 3800 - 512MB vRAM
Ses: Microsoft Windows XP/Vista veya 7 uyumlu ses kartı(100% DirectX 9.0c-Uyumlu)
HDD: 17.5 GB Boş Disk Alanı
Önerilen Sistem Gereksinimleri
İşletim Sistemi: Microsoft Windows 7
CPU: Dual-Core CPU 2.5 GHz
RAM: 4GB
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 460 veya ATI Radeon HD 6850 - 768MB+ VRAM (DirectX 11 uyumlu)
Ses: Microsoft Windows XP/Vista veya 7 Uyumlu Ses Kartı(100% DirectX 9.0c-Uyumlu)
HDD: 17.5 GB Boş Disk Alanı
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x719 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x624 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1200x675 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Tarihi olayları izlemek, dinlemek ve okumak benim için her zaman zevkli bir uğraş olmuştur. Tarihi çok severim ancak bazılarının düşündüğü gibi olayların yer ve özellikle zamanları ile ilgili bir tarihi değil daha çok gizemli ve uzun bir zamana yayılmış olayları. Kısacası hikaye kısmını. Yani bana Karlofça antlaşmasının tarihini veya Pasarofça’nın maddelerini sorsanız bilmem ancak Osmanlı’nın nasıl yükseldiğini, Fatih’in İstanbul fethinden önce ve sonra neler yaptığını, gizli anlaşmaları, çoğu yerde yazılmayan olayları, gelişen olayların gizli nedenleri, vs. gibi şeyleri sorabilirsiniz.
Nitekim tarih aslında gerçek hikayelerden oluşmaktadır ve bu hikayelerin çoğu da bizlere belli bir seviyede anlatılır. Tarih boyunca ortaya çıkmamış bazı gerçekler vardır ki hala dünyamızı etkilemekte ve hala insanlıktan gizlenmektedir. Bunlar çoğu zaman birer mitmiş gibi anlatılmaya çalışır, çoğu zaman da bahsedilmesine bile şiddetle karşı çıkılır.
İşte beni en başından beri Assassin’s Creed serisine çeken de bu olmuştu. Onun gizemli hikayesi açıkası bütün oyunlarını hiç sıkılmadan oynamamdaki en büyük sebeptir. Tarihi gerçeklerden ve efsanelerden yola çıkarak hazırlanmış bir hikayenin içindeki gizemler, tahmince sadece benim değil bu serinin tüm hayranlarının esas odak noktası olmuştur. Yeni oyunlarla birlikte ekstra özellikler geliştirilmiş, oyun daha varyasyonlu ve daha eğlenceli bir hale bürünmüş olabilir, ancak bir terzi dükkanına yatırım yapmak hiçbir zaman Vatikan’nın altındaki gizli bir odada Junoile konuşup eski dünyanın sırlarını öğrenmek kadar heyecanlı olmamıştır.
Şimdi ise hikayede serinin içimize işleyen kahramanı Ezio ile ilgili son kısıma geldik. Üstelik bu seferki oyun, dünyanın geri kalanını bilmem ama, Türk oyucular için ayrı bir öneme sahip. Nitekim Avrupa’nın incisi İstanbul yeni oyunumuzun başrolünde bulunuyor.
Her turist bir değil tabi
AC: Revelations temelde Brotherhood ile aynı mekanik yapıya sahip bir oyun. Oyunda teknik anlamda çok fazla bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz. Savaş mekaniği, oynanışı, sunumu itibari ile Ubisoft güzel tutturduğu bir çizgiden kalitesini arttırarak ilerliyor. Yine güzel öldürme animasyonları, çatılardan atlamalar, zıplamalar ve yine her tarafımızda bulmacalar mevcut, ancak elbette Brotherhood’un %100 aynısı da diyemeyiz.
Her şeyden önce karakter modellemelerinde oldukça sağlam bir gelişim olduğunu daha ilk andan Desmond’ın suratında fark ediyorsunuz. Yüz mimikleri, hatları, yüz renginin bölgelere göre değişimi eski oyunlara nazara bir kat daha iyi diyebiliriz. Her ne kadar eski tipinden biraz farklı gelse de insana, yeni Desmon’un görsel özellikleri eskisine nazaran çok daha iyi. Aynı şeyi Ezio için de söylemek mümkün elbette. Hoş, ellili yaşlardaki hali ne kadar hoşunuza gider bilmiyorum ama eskiye nazaran görsel açıdan kesinlikle farklı bir Ezio çıkıyor karşımıza. Sanki Ubisoft yılların verdiği yükü ve bilgeliği olabildiğince yüzüne yansıtmaya çalışmış Floransalı kahramanımızın.
Karakterleri bir kenara bırakıp assoliste gelecek olursak o konuda da Ubisoft bizleri hayal kırklığına uğratmıyor sağ olsun. İstanbul 1500’lü yıllarda tam olarak nasıldı açıkçası çok detaylı bilmiyorum ancak Revelations’da karşıma çıkan İstanbul’un kesinlikle o yılları yansıttığını söyleyebilirim. Şehrin tüm bölgelerindeki o canlılık, o otantik hava, cumbalı evleri görünce ciddi anlamda içiniz bir hoş oluyor. Bu arada hemen söyleyeyim oyunda şehre hem İstanbul, hem Constantine, hem de Konstantinyye şeklinde hitap ediliyor.
Atmosfer her zamanki Assassin’s Creed serilerinden farklı olarak bu sefer bizim için daha yoğun hissediliyor. Özellikle halkın arasında gezip, görevler haricinde etrafta koşturduğunuzda insanların konuşmalarını ve zaman zaman yaptıkları tartışmaları dinlemek artık daha zevkli oluyor. İşin garip kısmı bu arka plan konuşmalarındaki Türkçe oldukça güzel bir şive ile kullanılırken ana karakterlerde kullanılan Türkçe biraz yamuk yumuk geliyor kulağa. Nitekim bütün bu Türkçe kelimeleri yabancıların seslendirdiğini düşünürsek yine de duyduklarımız oldukça etkileyici. Yine de keşke yabancılar yerine iyi İngilizce konuşan Türk ses aktörleriyle çalışyamış Ubisoft.
Yusuf dahi sizinle Türkçe konuşurken bile acaba o da mı İtalya’dan geldi diye düşünüyorsunuz bir an. Üstelik bahsettiğimiz konuşmalar öyle bir iki cümle ile de kalmıyor. Bazen cümlenin yarısı hatta yüzde 90’ı tamamen Türkçe kelimelerden oluşuyor. Bunun yanında seçilen kelimeler de bir yabancı için telaffuz edilmesi oldukça zor kelimeler. “Bu ne büyük şeref usta” veya Haydi rastgele” gibi cümleleri bir oyunda duymak garip bir his yaratmadı desem yalan olur. Fakat bunun sadece biz Türk oyuncular için bir sorun olduğunu düşünürseniz genel olarak ses aktörlüğü oldukça güzel. Müzikler ise her zamanki otantik tonunda oyundaki atmosfere göre değişken ve tamamlayıcı bir yapıya sahip.
Oyundaki animasyonlar tıpkı eski oyunlarda olduğu gibi genellikle savaş sahnelerinde ortaya çıkıyor ve onlarda iyice elden geçirilmiş. Özellikle oyunun başlarında bir sahne vardı ki çok ilgimi çekti; Ezio ile silahsız bir şekilde askerin tekini etkisiz hale getirirken, Ezio önce askerin kolunu kırdı ardından da sırtına vurarak onu yere serdi. Fakat burada takdire şayan nokta askerin kırılan kolunun ragdoll misali gelişi güzel sallanmasıydı. Tıpkı kırık bir kolun yapacağı gibi. Öte yandan askerin geri kalan tarafı belli bir animasyon kuralı içinde hareket etmeye devam ediyordu. Yani kırık kol, vücuttan bağımsız bir şekilde hareket ediyordu.
Oyunun teknik yönlerindeki önemli noktalardan birisi de tuş takımının değişmiş olması. Artık tabanca, fırlatma bıçağı gibi ikincil silahlarınıza çok daha kolay ulaşabiliyorsunuz ve bunlara da bir kısayol atayabiliyorsunuz. Bu şekilde gerek gizlilik gerektiren gerekse savaşmanız gereken görevlerde hızlıca davaranıp sorunun üstesinden gelebiliyorsunuz.
Bütün bu iyi yönlere rağmen yıllardır süren şu yapay zeka dengesizliği hala karşımıza çıkıyor. Bazen dibine bile geldiğimizde bizi fark etmeyen, hatta tepeden önüne düştüğümüzde bize bakıp arkasını dönen askerlerin yanı sıra, 10 metre uzağındayken bir zıplama sesinden nerede olduğumuzu anlayan askerlere kadar saçma bir yapay zeka paleti var karşımızda. Oyundaki yapay zekanın yarısını aptal, yarısını akıllı nasıl yapıyorlar onu anlamıyorum. Bunun yanında her ne kadar az önce övmüş olsam da grafikler sanat eseri değil tabii. Bazı noktalarda grafik hataları, hatta saçmalamaları karşımıza çıkıyor. Bazı yerlerdeki doku problemleri de gözden kaçmıyor değil.
Elbette bunları sizlere oyunu kötülemek adına değil sadece karşımıza çıktığı için söylüyoruz. Nitekim bütün bunlar, belki yapay zeka hariç, hiçbir şekilde Revelations’tan zevk almanızı engellemiyor.
Oyunu PlayStation 3’te oynadım ve şunu söyleyebilirim ki bir konsolun bize verdiği sınırlı seviyedeki performansla bile genel grafikleri gördüğümde oyunun sağlam bir PC’de nasıl olacağını tahmin bile edemedim. Özellikle suyla ilgili grafikler gerçekten çok sağlam olmuş.
Bir İstanbul masalı
Masyaf’ta başlayan hikayemizde Ezio, üstadı Altair’in hayaletinin peşinden Orta Doğu’ya kadar gidiyor. Söylenenlere göre Altair, Masyaf kalesinin altındaki bir kütüphaneye çok güçlü bir nesne saklamış. Bu nesne o kadar güçlüymüş ki, Tapınakçılar ile Suikastçılar arasındaki savaşı sonsuza dek bitirebilirmiş.
Kütüphanenin kapısı ise beş özel anahtar ile korunuyor. Niccolo Polo’nun günlüğünü Tapınakçılar’dan ele geçiren Ezio, Altair’in kütüphanesine girmek için gerekli beş anahtarın İstanbul’da olduğunu öğrendiğinde Osmanlı’nın son başkentine doğru yola çıkıyor. Elbette bu anahtarları bulmak o kadar da kolay değil. Nitekim oyundaki baş düşmanımız, yıkılan Bizans İmparatorluğu’nun varisi Manuel Palaiologos. Manuel Palaiologos, Biazns Tapınakçıları’nın da yardımı ile tahtı ele geçirmeyi ve Bizans’ı yeniden kurmayı amaçlıyor. Öte yandan Ezio’nun akıl hocalığı da yapacağı şehzade Süleyman’ın da bir rakibi var; amcası Ahmet.
Galata bölgesinde başlayan İstanbul maceramız, Osmanlı suikastçısı Yusuf Tazim sayesinde bize şehrin o yıllardaki halini de tanıtıyor. Tıpkı Brotherhood’da olduğu gibi oyuna kısa bir gezinti ile başlıyoruz. Bu sırada Galaat kulesi ve Haliç’i görebiliyoruz. Zaten oyunun başlarında da kuleye tırmanma görevimiz mevcut. Daha sonrasında ise Beyazıt bölgesi, İmaparatorluk bölgesi, Constantine bölgesi ve Kapadokya’yı görme şansımız oluyor.
Revelations’ın en çok beğendiğim özelliklerinden bir tanesi de bu şehri dolaşma görevleri sırasında size etrafa bakma imkanı sağlaması. Kendimi çok zorladım ancak Brotherhood veya AC 2’de böyle bir özellik olduğunu hatırlayamadım. Demek istediğim şu; Yusuf ile ilk karşılaşmamızda biraz ayaküstü muhabbet ettikten sonra bizi Suikastçılar’ın saklanma yerine getiriyor, bu sırada da biraz etrafı tanıtıyor. İşte bu anda Ezio ile Yusuf’a yakın durursanız Ezio, Yusuf’u otomatik olarak takip ediyor ve siz de bu sırada Ubisoft’un nasıl bir İstanbul inşa ettiğini görebiliyorsunuz. Dediğim gibi önceki oyunlarda olduğunu hatırlamadığım bir özellik olduğundan ve Yusuf ile gezerken etrafı incelediğim şehir İstanbul olduğunan bence bu büyük bir artı.
Revelations, İstanbul’u olabildiğince detaylı şekilde karşımıza çıkartmaya çalışmış. Elbette her sokak ayrı ayrı tasarlamamış ancak size hiç yaşayamadığımız Osmanlı İstanbul’u havasını olabildiğince vermeye çalışmış. Boğaz’dan veya Haliç’ten yüzerek ya da tekne ile geçmek, Galata Kulesi’nin tepesine çıkmak, Aya Sofya’yı ziyaret etmek, Topkapı Sarayı’nın surlarına tırmanmak gerçekten farklı bir duygu. Üstüne üstlük tüm dünyanın da bu şekilde eserlerimizi tanıyacak olması da bir o kadar gurur verici.
Tıpkı AC 2’de veya Brotherhood’da olduğu gibi şehrin bütün kilit mekanları en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış durumda. Demin saydığım Aya Sofya, Gala Kulesi, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı gibi yerler yapılabilecek en detaylı şekilde hazırlanmaya çalışılmış.
İstanbul’a gelen Ezio yine burada suikastçıların yardımı ile bir yandan Altair’in anahtarlarına ulaşırken bir yandan da İstanbul’un Tapınakçılar’ın eline düşmemesi için elinden geleni yapıyor. İlerleyen bölümlerde karşılaştığı Piri Resi, Sofia Sartor ve Şehzade Süleyman’ın da yardımlarını arkasına alan ve aynı yardımları da onlara sunan Ezio, Avrupa’nın incisini sessizce kötülüğün elinden kurtarıyor. Yine hemen merak edilen soruya yanıt vereyim; evet oyunda Yeniçeri veya normal Osmanlı askerleriyle de savaştığımız oluyor. Nitekim Yusuf Tazim de size ilk geldiğinizde bu durumdan bahsediyor:
“Osmanlı askerleri düşmanımız değil ancak yanlış bir harekette bizlere de saldıracaklardır.“
Minimum Sistem Gereksinimleri; İşletim Sistemi: Windows Vista SP2 32-bit / Windows 7
DirectX: DirectX 10
CPU: 2.4 GHz Intel Core 2 Duo veya equal AMD
RAM: 3 GB
HDD: 18 GB
Ekran Kartı (AMD): 512 MB - ATI Radeon 4870 veya daha üstü
Ekran Kartı (NVIDIA): 512 MB - NVIDIA GeForce 9800 GT veya daha üstü
Ses Kartı: DirectX uyumlu
Need for Speed: The Run [RELOADED] | Torrent indir + HIZLI indir + Tek Link indir
Torrent
ISO
PC
RELOADED
torrent-oyun.com
Mevcut
14.96 GB
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1920x1080 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1920x1080 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1920x1080 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1280x720 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Resim kucultulmustur. Orjinal boyutları 1920x1080 dır. Buyultmek icin tıklayınız.
Jack’in macerası
Sinematikte Jack’in büyük meblağ için tek bir şansının olması ve San Francisco’dan New York’a yapılan büyük yarışın bahsedilmesiyle birlikte açılıyor demo. Demo içinde iki farklı bölüm ve iki araç yer alıyor. Siyah Lamborghini Gallardo veya kırmızı renkli Porsche Carrera S’ten birini seçmemiz gerekiyor. Her iki aracın hızı ve diğer özellikleri başka başka. Seçimi yaptıktan sonra ilk yarışa Desert Hills’te başlıyoruz. Çölün ve kayaların heybetini sürdüğü otobanda diğer rakiplerle, trafikteki araçlarla baş etmek zorundayız. The Run, temelinde olduğu gibi arcade bir oynanış sunuyor. İlk bölümde rakipler arada bizlere çarparak yarış dışına itmeye çalışıyorlar, aynı şekilde biz de bunu yapabiliyoruz. Kaza geçirsek bile Back tuşuna basarak zamanı geri alma imkanına sahibiz. Bir başka araca veya kaya gibi sert bir şeye çarparsak bu ekranlara yavaş çekimde gösteriliyor. Kullanabileceğimiz kısa bir yol da var. Tam sürümde bu kısaltmalar oldukça işimize yarayacak gözüküyor. Eğer diğer rakiplere çarpmadan onları geçersek veya yoldaki ufak tefek nesnelere çarparak gidersek, yani belirli bazı hareketlere göre tecrübe puanı kazanıyoruz. Desert Hills bölümü bildiğimiz klasik NFS tarzında olmuş, asıl kısım ve özellikler ise ikinci bölümde daha açık.
İkinci kısımda Jack’in bekleyişi ve hızlı bir aracın yanında geçiş sinematiğiyle birlikte oyuna dahil oluyoruz. Burada tek bir araçla yarış halindeyiz ve Frostbite 2 marifetlerini de gösteriyor. Yarıştığımız yer karlarla, buzlarla kaplı dağların gölgesinde. Aşağıdan gelen dürtüklemeyle birlikte yola kar ve buz parçaları dökülmeye başlıyor en başta, ancak ilk tüneli geçmekle birlikte bu sefer kayalar da yola düşüyor ve bize en büyük engel oluyor. Aynı şekilde rakibimiz içinde. Bir taraftan kaygan zeminle mücadele ederken, diğer yandan büyük kaya parçalarına da dikkat etmemiz gerekiyor. Bu durum heyecanı daha da arttırıyor ve oldukça zevkli olmuş. Ayrıca keskin virajlarda şarampolden aşağı uçabiliriz. Burayı bitirdikten sonra demo sona eriyor.
Battlefield serisinden transfer motor;
Frostbite 2 ile geliştirilen grafikler gayet iyi duruyordu. Araç modellemeleri ayrıntılı tasarlanmışken, çevresel detaylar da kendini belli ediyor. Özellikle ikinci kısımda yükseklerden aşağı doğru kayan hareketli çığ efekti iyi yapılmıştı. The Run’da araçlar hasar alıyor. Belki Forza kadar detaylı diyemem, ama hoş olmuş, beğendim. The Run’ın demosu tam sürümde neler olabileceği ile ilgili fikir veriyor. Asıl yapımda bunlara ek olarak daha birçok engel ve ayrıntı ile karşılaşacağız. QTE kısımlarını ise demoda göremesek de, oyuna ayrı bir hava katacağını düşünüyorum. Bundan sonra 18 Kasım’ı beklememiz gerekiyor. Demoyu oynayanlar için tam sürümde BMW’den bir aracı da kapacak bilginize
Minimum Sistem Gereksinimleri; İşletim Sistemi: Windows Vista SP2 32-bit / Windows 7
DirectX: DirectX 10
CPU: 2.4 GHz Intel Core 2 Duo veya equal AMD
RAM: 3 GB
HDD: 18 GB
Ekran Kartı (AMD): 512 MB - ATI Radeon 4870 veya daha üstü
Ekran Kartı (NVIDIA): 512 MB - NVIDIA GeForce 9800 GT veya daha üstü
Ses Kartı: DirectX uyumlu